MANUÇEHR CAMİSİ – ANİ ULU CAMİSİ
Önce tanıtım tabelasındaki yazıyı okuyalım:
Büyük Selçuklu Hükümdarı Sultan Alp Arslan Anı’yı feth ettikten sonra şehrin yönetimini Selçuklular adına sürdürmesi için emir Ebu’l Manuçehr’e vermiştir. Ulu Cami olarak yapılmış olan yapı, Selçuklu Emiri Manuçehr tarafından 1071-1072 yılları arasında inşa ettirilmiştir.
Anadolu’da Büyük Selçuklu Mimarisine bağlanan ilk cami olan bu yapı, Ani’nin Şehristan bölümünün içinde kalan ve Arpaçay yönünde şehre bağlanan İpek Yolunu da kontrol edebilen hakim tepede kurulmuştur.
Meyilli arazide olmasından dolayı fevkani olarak inşa edilmiş olan cami geleneksel Türk Mimarisindeki Ulu Cami plan şemasını sürdürmektedir. Caminin ortadan kaldırılmış olan kufi yazılı anıtsal taş mihrabına ait mimari plastik parçalar kazılar ile ortaya çıkarılmıştır.
Orta Asya Türk Minarelerinin geleneğini sürdüren sekizgen planlı cami minaresinin üzerinde renkli taşla işlenmiş “Bismillah yazısı vardır. Alt katı medrese olan yapı 20. yüzyıl başında yapılan kazılarda müze deposu olarak kullanılmıştır. Yapı ile ilgili kazı ve restorasyon çalışmaları devam etmektedir. 2009 yılı kazılarında camiye ait bir türbe ortaya çıkarılmıştır.
Şimdi bilgilerimizi biraz daha ileri düzeyde vermeye çalışalım:
Manuçehr Camisi
Cami Alpaslanın emri üzerine Ebul Manuçehr tarafından yaptırılır.
Yapı malzemesi olarak volkanik tüf taşı – trakit taşı kullanılır.
1064 yılındaki Ani fethinden sonra büyük katedral cami olarak kullanılır. Daha sonra 1071-1072 yıllarında şehrin yöneticisi Ebul Manuçehr tarafından Alpaslan’ın isteği doğrultusunda bu cami yaptırılır.
Cami pek çok araştırmacı tarafından Anadolu’daki ilk Türk camisi olarak adlandırılır. Ben de bir ilave yapayım. Cami Anadolu’daki ilk Türk – Kürt camisidir.
Açıklayayım: Aniyi fetheden ve caminin yapılması emrini veren Alpaslan’dır. Camiyi inşa ettirip hizmete açan Alpaslan’ın bölgeyi emanet ettiği Ebul Manuçehr’dir. Alpaslan Türk’tür, Ebul Manuçehr Kürt’tür. İkisinin buluştuğu ortak nokta Müslüman olmalarıdır…
Caminin şu anda kaybolan kitabesinin resmini Rus Arkeolog Nikolai Marr 1904 yılında resimlemiştir. O resimdeki yazılar aşağıdaki gibidir. Arapçasınının okunuşunu yazıyorum. Arapçasını bilgisayarda arapça harfler olmadığından aktaramıyorum.
Arapça kitabenin latin harflerine çevrilmiş hali:
Bismillahi’r-rahmani’r-rahim emara bibinai haze’l-mescid (ve’l-mi)naretü el-Emîru’l-Ecel Şucâu’d-Devle Ebû Şucâ’ Manuçehr b. Şâvur fî Devleti Mevlânâ es-Sultan el-Muazzam Şehinşah el-A‘zam … (Seyyidu Muluk’l-Umem)( Ebu’l-Feth Melikşah b. Alp Arslan) (kaynak: Zekai Erdal – Şeddadilerden bahseden kitabeler – Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2019-14)
Türkçesi: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Bu mescid ve minarenin yapılması büyük emir Savr oğlu Şücauddevle Ebu Suca Manuçehr tarafından Efendimiz, Ulu Sultan, Büyük Sehinsah Doğunun ve Batının Sultanı Fetih babası Alparslan oğlu Melik Şah’ın zamanında emredildi.”
Caminin harimi, yani ibadet edilen iç kısmı dikdörtgen planlıdır, 3 sahınlı olarak yapılmıştır.
(Sahın/Nef: Yapılarda sütunlarla veya ayaklar ile birbirinden ayrılmış uzunlamasına mekanlara nef / sahın denir).
Her sahında sütunlar arasında kare planlı mekanlar oluşur. Bu mekanların üstleri her biri ayrı özellikte tonozlar ile kapatılmıştır. Tonozlar polikrom denen teknikle değişik renklerdeki volkanik taşlar ile süslenmiştir.
Caminin orijinal yapısına kuzeybatıda ve kuzeyde bulunan iki kapıdan girilir. Bu kapılar şu anda görünmez. Minare hizasındaki sütun altlıkları da camiye aittir. Caminin orijinalinin 3 sahınlıdır ama biz şu anda üstü kapalı 2 sahın görüyoruz. 3. sahın da Minare hizasından başlar. Minare 3. Sahın içerisindedir.
8 köşeli Minare camiden daha sonra 1125 yılında Emir Fadlun tarafından yaptırılır. Minareye bugün bakınca yukarı kısımda açık bir şekilde Allah ve Bismillah yazılarını görürüz. Şerefeden sonraki kısmı yıkılmış minareye 99 basamaklı bir merdivenle çıkılır. Bu da Esmaül Hüsna (Allah’ın 99 ismi) düşüncesi ile yapılmıştır. İmam yukarıya çıkarken ve inerken her basamakta bir isim zikreder.
33. basamakta ve 66. basamakta birer havalandırma penceresi vardır. 99. basamak ile şerefeye ulaşılır, orası da zaten aydınlıktır. Yani her 99. basamak aydınlığa açılır. Bunu tespihin imameleri gibi düşünebiliriz.
Minare sonradan ilave edildiği için cami hariminin kuzeydoğu kısmında değişiklik olmuştur. 3. Sahının kuzeydoğu köşesindeki iki sütun arasına gelen kısmı minare doldurmuştur. Bu da cami planını ilginç hale getirmiştir.
Caminin içerisine girince sol tarafta havuz gibi çukur bir yer görülür. Burası alt katın bir parçasıdır. Caminin alt kısmında tonozlar ile örtülü bir medresesi vardır. Rus arkeolog Nikolai Marr camiyi depo olarak kullandığı dönemlerde bu kısımdaki tonoz açılarak görülen boşluk oluşturulmuştur. Orijinalinde burası kapalıdır. Dışarıdan görülen alan alt kısımdaki mekanlar ile bir bütünlük arz etmektedir.
Cami iki katlı olduğu için alt kat medrese olarak kullanılmıştır.
Batılı kaynaklarda Caminin daha önce ipek yolunun bitimindeki gümrük binaları olabileceği gibi daha önceki bir kiliseden de camiye dönüştürülmüş olabileceği aktarılır.
Buna sebep ise, Türklerin göçebe çadır kültüründen geldikleri için herhangi bir yapı kültürlerinin olmadığından bahsedilir ve Türklerin Bizans ve batı ile tanıştıktan sonra bunlardan etkilenerek yapı kültürlerini geliştirdiklerinden bahsedilir.
Maalesef ne acıdır ki, Türklerin yapı kültürünün olmadığı savı bizim pek çok aydınımızca da dillendirilir.
Bu aydınlarımız Beşbalık, Turhan, Semerkant, Buhara, Merv gibi tarihi yerleşimlerdeki halen mevcut ve yok edilmiş olan mimari yapıları inceleme zahmetine girseler buradaki camiden çok daha eski tarihlere uzanan Uygur, Karahanlı, Gazneli, Selçuklu yapıları ile karşılaşırlar. Tapınaklar, kurganlar, türbeler, camiler görürler.
Bu da göçebe Türklerin kalıcı mimari yapıları Anadolu’ya Bizans topraklarına geldiklerinde batı kültürü ile tanıştıktan sonra tanıdıkları iddiasını boşa çıkarır…
Gerçi burada konusu değil ama kısa bir not: Kendimizi dünyanın en akıllısı olarak görmek ne kadar yanlışsa, kendimizi bir işe yaramaz, hakir, beceriksiz görmek de o kadar yanlıştır…
Biz konumuza dönelim. Cami o zamanki şehir merkezinde orta surların güney burcunun yakınında bulunur. Cami 1892 yılındaki ilk Rus kazılarının başlamasına kadar sağlam durumdadır ve civardaki köylüler tarafından kullanılmaktadır.
Cami 1904 yılında Nikolay Marr başkanlığında ikinci aşamasına başlanılan kazılar esnasında 1906 yılından itibaren kazı evi olarak kullanılır. Daha sonra da kazılarda bulunan eserlerin depolandığı bir depo müze haline çevrilir.
Bunun için de cami yapısında değişikliklere gider. Sütunlar ve kemerler arası duvarlar ile örülür.
Daha sonra kazıdan çıkan eserlerin Rusya’ya taşınması planlanır. Caminin taş mihrabı ve ahşap minberi de sökülerek bu taşınacak eserler arasına konur. 1917 Lenin Bolşevik ihtilalinden sonra Rusya işgal ettiği bölgelerden geri çekilirken oluşan kargaşalar arasında kazıda bulunan eserler, caminin mihrap ve minberi de yağmalanır. Akıbetleri bilinmez. Bugün caminin duvarlarından bir kısmı, tonozlar, fil ayağı sütunlar, kemerler ve üst kısımları orijinal olarak kalabilmiştir. İlk bakışta gören herkesin fark edebileceği adeta çirkince sırıtan sütunlar arası duvarlar sonradan Rusların kazı evi – müze deposu yaptıkları zamandandır.
———————
Sayfayı okumaya misafir olduğunuz için teşekkür ederim.
Herkese kendi hayat felsefesine göre mutluluklar diliyorum.
Saygılar, selamlar
Rehber Muammer Çelik
* Yukarıdaki bilgiler pek çok sayıda yazı, makale, kitap taramaları sonunda ortaya çıkmıştır.
Her türlü görüşlerinize, eleştirilerinize ve önerilerinize açığım. Telefon numaram: 0532-2643999 email adresim: rehbermuammer@gmail.com